Türk tarihinin en büyük terör saldırısında, art arda gerçekleşen iki patlamada, son rakamlara göre 98 kişi hayatını kaybederken yüzün üzerinde de yaralı var. Bu saldırı, seçimden bu yana sol güçlere karşı yürütülen terör kampanyasında yerini aldı. Ama saldırı büyük bir tepki yarattı. On binlerce insan, Erdoğan ve maşalarını protesto etmek için sokağa döküldü. Bir dizi sendika bu amaçla 12 ve 13.10 da genel grev ilan etti.
Bombalar, DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu), KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu), TMMOB (Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odası Birliği) ve TTB (Türkiye Tabipler Birliği) çağrısıyla, binlerce kişinin, Barış Mitingi yapmak için toplandığı Ankara Tren Garı yakınında patladı.
İlk patlama HDP korteji geçerken, ikinci patlamaysa Partizan-Kaldıraç kortejinin geçişi sırasında gerçekleşti. Aralarında bir kurucu üyenin de bulunduğu sekiz EMEP (Emek Partisi) üyesi ilk anda hayatını kaybedenler arasındaydı. Bu patlamaların maksimum kaos ve kurban amaçlı tasarlandığı çok açık.
HDP merkezinden yapılan bir açıklamada (LİNK) şöyle deniyor: “ Olay gerçekleştiği esnada olay yerinde tek bir polisin olmaması dikkat çekici. Güvenlik güçleri olay yerine, olay gerçekleştikten on beş dakika sonra geliyor. Geldiklerindeyse yaralılara yardım etmeye çalışan insanlara gaz bombasıyla saldırıyor.
Olaydan sonra Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı Ahmet Abakay yaptığı açıklamada; “İktidarın baskı,şiddet ve zulmünü protesto etmeyi, hükümeti demokrasiye davet etmeyi amaçlayan bu yasal,barışçı eylemi kanla durdurmaya çalışan iktidar bu kanlı olayın yaratıcısıdır, suçlusudur, sabıkalarına bir yenisini eklemiştir. Binlerce resmi, sivil polis bu tür patlamaları saldırıları önlemekle görevlidir. Önlemeyecekse alanda ne işleri var. İktidar bu kanlı, toplu cinayetin hesabını er, geç verecektir.“ dedi.
Türkiye Tabipleri Birliği Merkez Komite üyesi Hüseyin Demirdizen ise şöyle dedi: “TTB ve SES kan bağışı çağrısı yaparken yöneticiler kana ihtiyaç yok açıklaması yaptı. Eğer sağlık çalışanları miting alanında bulunmasaydı hem ölü hem de yaralı sayısı çok daha fazla olurdu.” Saldırının hemen ardından, neler olduğuna dair haberleri önlemek için, Hükümet tarafından medyaya yayın yaşağı gelirken, sosyal ağlara erişim engellendi.
Diğer yandan Erdoğan saldırıyı “ şiddetle kınamaktaydı“ ama sözleri ikiyüzlülük kokuyordu. Şimdi artık saldırının, rejimin kendisi tarafından mı yoksa herhangi bir islamcı ya da faşist bir örgüt tarafından mı organize edildiği soruları anlamsızdır.HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da saldırıdan AKP ve Erdoğan’ı sorumlu tuttu. Demirtaş’ın açıklamasından bazı bölümler ise şöyle: “AKP nin elleri kan içindedir, onlar terörün en büyük destekçisidir(…) Kim bu ülkede onlara karşı konuşursa öldürülmelidir… Eğer bu hükümeti desteklemiyorsan, en temel insan haklarından ve her türlü refahtan yoksun bırakılırsın(…) Bizler, mafyalaşmış, katil bir devletle karşı karşıyayız.Böyle bir istihbarat teşkilatına sahip bir devlet nasıl olur da böyle bir saldırıdan haberdar olmaz. Böyle bir şey mümkün mü?“
Bu saldırı, Erdoğan’ın seçimden bu yana, solculara ve Kürt güçlerine karşı başlattığı terör kampanyasının bir devamından başka bir şey değildir. Kesin olan bir şey varsa o da şudur ki; seçimden önce HDP ye karşı gerçekleştirilen bombalı saldırı da, daha az ölümle sonuçlanmışsa da, aynı imzayı taşıyor. Aynı şekilde, geçen Temmuz, Suruç’ta 32 genç sosyalistin öldürüldüğü saldırının gerçekleşmesi için de, Hükümetin en azından göz yummuş olması gerekir.
O zamandan bu yana, Kürtlerin yaşadığı bölgelerdeki zorbalık da aynı şekilde asker ve polis koruması altında gerçekleşti. Bir yandan Hükümet HDP yöneticilerini parmaklıklar ardına kapatmaya çalışırken diğer yandan bölgede sürdürülen askeri kampanya sonucu halihazırda 1000 den fazla insan hayatını kaybetti.
Bütün bu kampanyanın hedefi hiç şüphesiz, 1 Kasım da gerçekleşmesi beklenen seçimler. Artan sınıf mücadelesi ve muhalefet, kendisini HDP nin seçim başarısıyla önceden ifade etmişti.Erdoğan, mutlak çoğunluğu kaybettiği bu yenilgiyi öylesine kabullenemezdi. Bu yüzden bir iç savaşı kışkırttı ve Türk Halkı içindeki anti Kürt duyguları körükledi. Bu saldırının, tam da PKK tek taraflı ateşkes ilan etmişken olması kesinlikle tesadüf olamaz. Saldırının, PKK’yi ateşkes sürecine son vermek üzere kışkırtmak amaçlı olduğu iddia edilmektedir. Bütün bu terörün arkasındaki gerçek niyet, her ikisini de yenebilmek için, Türk ve Kürt işçi sınıfını ve gençliğini bölmektir. Ama öyle görünüyor ki, Erdoğan’ın yürüttüğü bu eylemler, umulmadık bir tepki yarattı. On binlerce kişi daha o gün (10 Ekim) kendiliğinden sokağa aktı. İstanbul’da “Katili tanıyoruz” “korkmuyoruz” sloganları atarak Taksim Meydanı’na yürüyen kalabalık üzerinde “Katil Devlet” yazan pankartlar taşıyordu.
Aynı anda bazı solcu sendikalar 48 saatlik genel grev ilan etti. Ortaklaşa yapılan açıklamada, devlet terörüne karşı öfkelerini ifade edip, hükümete karşı barış için grev çağrısı yapıldı. Açıklama da; “Faşist katliamları protesto etmek ve düşen arkadaşlarımızı anmak için 3 gün yastayız. 12 ve 13 Ekim’de Genel Grev var.” dendi.
Der Funke, Uluslarası Marksist Fikir hareketi (IMT) olarak, sadece kurbanların akraba, yoldaş ve arkadaşlarıyla üzülmekle kalmayıp, aynı zamanda bütün destekçilerimizi, gelecekteki protesto ve eylemlere katılmaya çağırıyoruz.
Erdoğan rejiminin acımasız kibri şimdi tam tersi bir etki yaratabilir. Sefalet, yoksulluk ve bozuk düzen, Türk işçi ve yoksul kesiminin canına tak etti. Bu Hareket radikal baz da örgütlenebilir ve rejimi devirecek ve Türkiye tarihinde yeni bir sayfa açacak devrimci bir ayaklanmaya dönüşebilir.
- Kahrolsun Devlet Terörü!
- Kahrolsun katil ve hırsızlar hükümeti!
- Katillere karşı devrimci bir ayaklanma örgütleyip şehitlerimizin intikamını alalım.
Artikel hier auf deutsch.